Y-DNA (baba tarafından) HAPLOGRUPLAR
Babadan oğula aktarılan y-kromozomunda meydana gelen mutasyonları takip ederek ilk erkeğe kadar uzanan soyağacı yapılabilmektedir. Birkaç bin yılda bir meydana gelen bu mutasyonların herbiri yeni bir haplogrup oluşturur. Yukarıdaki şemada daha çok Avrupa Kıtasında yaşayan haplogruplar gösterilmiştir.
A Haplogrubu
Aslında A (M91) ayrı bir haplogrup değildir, Y-Kromozomal Adem’in genetik grubudur. Dolaysıyla A’yı tanımlayan herhangi bir mutasyon olmasa da M91 ile gösterilmektedir.
Afrika kıtası dışına göç (National Geographic verilerine göre) 55-60 bin yıl önce gerçekleşti. Bugün genellikle Doğu ve Güney Afrika’da, özellikle Sudan, Angola ve Namibia (Khoisan)’da bulunan bu haplogruba az da olsa Batı Avrupa’da rastlanmaktadır. Bunların, Roma İmparatorluğu döneminde köle olarak getirilen Nubian’ların torunları olduğu tahmin edilmektedir.
Bazı A alt-grupları Akdeniz çevresinde (Türkiye, Ürdün, Filistin, Sicilya, Sardinya, Ege adaları...) az miktarda bulunur.
B
B-M60, Afrika’da 60-65 bin yıl önce doğdu. Kıtanın büyük bölümüne dağılan bu grup Bayaka ve Mbuti pigmilerinde de görülür. A ve B tipik Afrika haplogruplarıdır. B’nin Avrasya’ya göçler başladıktan sonra doğup, daha sonra tekrar Afrika’ta dönmüş olma ihtimali de vardır.
C ve D haplogrupları Afrika kıtası dışına çıkan ilk erkekler olduğundan, Afrikalı olmayan herkesin atalarıdırlar.
C
50.000 yıl önce Asya’da doğan ve D’ye paralel sahil şeridini takip eden C-M130 Orta Asya açısından daha önemlidir. CF-P143’ten ayrılan bu grup, Arap Yarımadası’ndan sahil boyunca İran, Hindistan, Polinezya ve Avustralya’ya kadar gitti. Sahil hattını kullandıkları için Asya’da çok geniş bir coğrafyaya yayılma imkanı elde eden C haplogrubu, Sibirya, Moğolistan, Kore, Kazakistan, Mançurya, Vietnam, Avustralya ve Filipinler dahil pek çok yerde görülmektedir. Hatta bir bölümü Bering Boğazı’ndan Kuzey Amerika’ya geçmiştir. Na-dene ve Batı Kanada yerlileri %25 oranında bu gruptandır.
C-Z1426 ilk ayrılan alt gruptur. Orta Doğu ve Güney Asya’da oluştu. Orta Asya’ya ilerleyen CTS11043 ise iki kola ayrıldı, C-V20 Batı Avrupa’ya giderken, C-M8 doğuya, Japonya’ya hareket etti. C-V20’nin 45 bin yıl önce Avrupa’ya gelerek Neandertallar ile temas etmiş olması mümkündür.
Bir alt grup olan C3-M217 en çok Moğollarda görülür. 20 bin yıl önce doğan, Cengiz Han’ın da içinde bulunduğu bu haplogrup az da olsa Avrupa’ya yayılmıştır. Bugün yeryüzünde Cengiz Han’ın soyundan gelen 16 milyon kişi olduğu tahmin ediliyor. Haritada C3’ün yaşadığı coğrafya görülmektedir.
Moğolistan’da, demir çağına ait Hun iskeletlerinde C3 tespit edilmiştir. Bu da Avrupa’da görülen C3 ve Q1a’nın Hun akınlarıyla gelmiş olabileceğini gösteriyor.
C3 haplogrubunun yoğun olarak görüldüğü Moğollarla akraba halklar şunlardır:
- Buryatlar (Halen Rusya Federasyonu içinde otonom bir cumhuriyettir. Cengiz Han döneminde Angara nehri boylarında yaşamışlardır)
- Daurlar (Baykal Gölü’nün doğusu ve Amur nehri etrafında yaşayan Moğol grubudur)
- İtelmenler (Rusya’nın en doğusunda Kamçatka yarımadasında yaşayan bu halk Kamçadal olarak da adlandırılır)
- Kalmuklar (Rusya içinde Kuzey Kafkasya’da federal bir bölgedir)
- Koryaklar (İtelmenlerle akraba olup Kamçatka’nın yerlilerindendir)
- Mançular (Kuzeydoğu Çin’de yaşayan bu halk Han ve Juang’lardan sonraki üçüncü büyük etnik gruptur)
- Orokenler (Çin’in Moğolistan sınırı ve Amur nehri boyunca yerleşik olan bu halka Moğolca Orçun veya Oroçen de denmektedir)
Ayrıca Kore, Altay, Orta Asya, Han Çinlileri ve Amerikan yerlilerinde C3’e rastlanmaktadır. C’nin diğer alt gruplar C1 Japonya, C2 Endoneyza, Mikronezya ve Polinezya, C4 Avustralya (Aborijinler), C5 Hindistan, C6 Yeni Gine’de bulunmaktadır.
Avrupa’da çok az bulunan C haplogrubu, ya C-V20 veya Orta Doğulu C-M358’dir.
D
D-M174 daha çok Tibet, Tacikistan ve Güney Asya’da (Hindistan hariç) aynı hat üzerinde bulunmaktadır. D’den ayrılan bir grup Japonya’ya göç etti, başka bir kol Moğolistan’dan Tibet’e gitti. D2 sadece Japonya’da görülür, Okinawa’da bulunan bu grup Japonya’nın en eski yerlileridir. Kısmen bugün güney Kazakistan’da da bulunan D’nin Orta Asya’da önemli bir etkisi yoktur.
E
50-55 bin yıl önce Doğu Afrika veya Asya’da doğan E-M96 az miktarda Avrupa ve Orta Doğu’da bulunmaktadır.
E1b1b (eski kod E3b) Haplogrubu Türkiye ve Avrupa nüfusu açısından daha önemlidir. Afrika’dan en son göçle çıkan haplogruptur. Bu grup Türkiye’de %10’dan fazla görülmektedir. 26.000 yıl önce Orta Doğu veya Afrika’da doğmuştur. E1b’nin Avrupa’ya ne zaman girdiği tam olarak belli değildir. Büyük olasılıkla neolitik çağ sonu veya bronz çağı başındaki göçlerle gelmiştir.
Ancak daha önce de Avrupa’ya girmiş olmaları mümkündür. Sahra çölü 20.000 yıl önce kurak idi. 12.000 yıl önce buzul çağı sonunda yağmurlarla yaşanabilir bir alan haline geldi. 6.000 yıl önce de tekrar çölleşmeye başlayarak bugünkü durumuna dönüştü. İşte Kuzey Afrika’daki bu sert iklim değişiklikleri nedeniyle kıta dışına birkaç dalga göç olmuştur.
En yüksek E1b1b çeşitliliği Etiyopya ve Somali’de görülmektedir. Bu haplogrubu, tarımın başladığı ve hayvanların evcilleştirildiği Neolitik çağda Orta Doğu’dan Avrupa’ya gerçekleşen göçlerle ilişkilendirmek mümkündür. Büyük olasılıkla G2a, J ve T ile birlikte Anadolu’dan Balkanlara geçerek boyalı çömleklerin kullanıldığı Cardium-Pottery kültürünü başlattılar.
F
F-M89 Orta doğu’da 45-50 bin yıl önce doğdu . Bir bölümü Orta Doğu’da yerleşen bu grubun bir kolu da Orta Asya steplerine kadar ulaştı. Küçük bir grup ise kuzeye, Anadolu ve Balkanlara gitti.
H
H-M69 büyük olasılıkla 30.000 yıl önce Orta Asya’nın güneyinde veya Hindistan’da doğmuştur. H haplogrubu bugün sadece Hindistan’da görülmekle birlikte, Avrupa’daki Romani (Gypsy, Çingene) halkının %50’si bu gruptandır. Bunun nedeni Hindistan’dan göçmüş olmalarıdır.
K
Güney Asya’da 40-50 bin yıl önce doğan K-M9, en çok Tuvalu adalarında (%45), Avustralya ve Polinezya’da bulunur.
K-M526 (MNOPS) Haplogrubu 35-45 bin yıl önce oluştu. Batı Avrupa, Rusya ve Orta Asya’da yaşayan insanların büyük bölümünün ortak atası Orta Asya’da doğan P-M45’tir.
Üst paleolitik çağın başlangıcı olan bu dönem, hem neandertalların yok olması, hem de homo sapienslerin bütün yeryüzüne dağılması açısından önemlidir. Artık yeryüzünde insanoğlunun hakimiyeti başladı.
Orta Asya’ya geldiğimize göre bundan sonraki haplogrupları daha kapsamlı incelemekte yarar var. Önce F’den ayrılan bir diğer dal G, sonra K’nın iki oğlu T ve L’yi tanıyalım. Y-DNA soyağacı şemasına bakarak okuyanlar haplogrupları alfabetik sıraya göre değil, alt dallara göre açıkladığımızı fark etmişlerdir.
G
F’nin oğlu G-M201, 30.000 yıl önce Orta Doğu veya Trans Kafkasya’da doğdu. Buzul çağı sona erip ilk defa Bereketli Hilal’de tarım başladığında çiftçiliği öğrendi. Güney Kafkasya’da koyun ve keçileri evcilleştiren bu insanların bir bölümü 9-6 bin yıl önce Anadolu üzerinden Avrupa’ya göç etti.
Avrupa’daki neolitik çağ kalıntılarının hemen hepsinde G2a tespit edilmiştir. Bu da Avrupa’ya tarımın bu insanlar tarafından getirildiğini göstermektedir. G ile birlikte, T, R1b, E1b1b ve J haplogruplarının da gelmiş olması mümkündür.
G2a özellikle Çerkes (Adıge, Şapsığ) ve Oset’lerde yüksek oranlarda (%60-80) görülür.
G1-M285 daha çok İran’da bulunur.
Neolitik çağda G2a batıya, Anadolu ve Avrupa’ya giderken kuzeni G1 doğuya, İran ve Hindistan’a doğru hareket etti. Avrupa’da çok az G1 bulunmaktadır. Orta Asya, güneyden gelen G1, J2 ve kuzeyli R1a için uygun bir yayılma alanıydı. Büyük olasılıkla bronz ve demir çağında bu üç gruptan oluşan İskitler güneyde Pakistan’dan, Orta Asya ve Ukrayna’ya kadar uzanan bir devlet kurdular. C. Scott Littleton’a göre Kamelot yuvarlak masa şövalyelerinin bazıları İskitlerdendi. Kral Artur ve kutsal kase efsanesinin kaynağının da İskit kültürü olduğunu belirtmektedir.
Haplogruplar hakkındaki genel bilgiler test sonuçlarını yorumlayabilmek yeterli değildir. Ancak alt-grupları bugün konuştukları dile ve yaşamakta oldukları coğrafyaya göre analiz edebilirsek daha somut sonuçlar elde edebiliriz.
I
30-40 bin yıl önce Orta Doğu’da oluşmuş olan IJ’den 25 bin yıl önce ayrılan I-M170 Avrupa’da doğdu. C6 ve F ile birlikte kıtanın ilk yerlileri olan Cro-Magnon insanlarının haplogrubudur.
En az 25 mutasyonla oluşan I1’in 20 bin yıl önce İskandinavya’da doğduğu düşünülmektedir.
I1 büyük olasılıkla 7-10 bin yıl önde tükenme noktasına gelmişken bir veya birkaç kişiden çoğalmıştır. Bu duruma genetik darboğaz (bottle-neck) denmektedir. Yani bu soydan gelen insanların sayısı birden bire yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmış, daha sonra tekrar çoğalmıştır.
4800 yıl önce doğudan Avrupa’ya ve İskandinavya’ya giren Hint-Avrupalılar bakır ve bronz çağını başlatmışlardır. Doğudan gelen bu insanlar (Corded Ware kültürü) çoğunlukla R1a olup anne tarafından ise U4 ve U5 haplogruplarındandır.
İskandinavya’ya ikinci büyük göç dalgası ise 4300-3600 yıl önce R1b (Unetice kültürü) ile geldi. Büyük olasılıkla proto-Kelt-Germen dilini Orta Avrupa’ya bu insanlar taşıdılar.
I1, Britanya (Anglo-Sakson), Belçika (Frank-Sakson), Fransa (Frank-Vizigot), Güney Almanya (Frank-Alamanni), Avusturya, İtalya, İberya ve diğer bölgelere Germen göçleriyle taşındı. Danimarka ve Norveç Vikingleri Britanya ve İrlanda’ya daha çok I1 getirdi. İsveç Vikingleri ise, Rusya, Ukrayna, Kafkasya, hatta İran’a kadar geldiler.
I2a1
I2a en çok Bosna-Hersek (%65), Hırvatistan (%38), Sırbistan (%33) gibi eski Yugoslavya ülkelerinde, Moldova ve Makedonya’da %24 oranında görülür. Orijini hakkında üç farklı hipotez vardır:
Avrupa’da 20-12 bin yıl önce doğmuştur ve mtDNA H1, H3, U5 ve V haplogrupraıyla ilişkilendirilebilir. Batı Asya’da doğmuş, buzul çağı sonunda Avrupa’ya gelmiştir, ilişkili mtDNA haplogrupları J ve T’dir. Batı Asya’da doğdu, ancak neolitik çağda G2a ve E1b ile birilikte Avrupa’ya göç etti. Bu son senaryo en zayıf ihtimal olmakla beraber, şayet doğru kabul edilirsa mtDNA N1a, HV, R, J, T, K v H haplogruplarıyla gelmiş olması mümkündür.
J
M304 genetik marker’ı ile tanımlanan J-P209, 30.000 yıl önce Mezopotamya’da doğmuştur. I ile yakın akraba olması nedeniyle ortak ataları IJ haplogrubu olarak kabul edilir. Ural-Altay halkları ile genetik akrabalığı bulunmayan J1 ve J2, sadece Türkiye için değil, İtalya, Balkanlar, Kafkasya, Orta Doğu ve Güney Asya için de önemli olması nedeniyle üzerinde detaylı durulması gereken bir gruptur.
Orta Doğu, Türkiye, Kafkasya, İran’a kadar uzanan geniş coğrafyada nüfusun büyük bölümünü oluşturmaktadır. Bereketli Hilal’de tarımı 12.000 yıl önce ilk defa J’nin çocukları başlatmıştır. İnsanlık tarihi açısından dönüm noktası olan bu gelişme, avcılıktan yerleşik hayata geçilmesine neden olmuş, ilk köyler kurulmuş, eski Mısır ve Mezopotamya uygarlıkları gelişmiştir. Bugün Türkiye nüfusunun %33’ünü oluşturan J1 ve J2 haplogruplarının toplamı, sayıca diğer bütün gruplardan açık ara öndedir.
J1 – M267
J1’in en yoğun bulunduğu yerler, Dağıstan (Dargin %84, Avar %60), Güney Irak %81, Yemen %72, Katar %58, Suudi Arabistan %40, Mısır ve diğer Orta Doğu ülkeleridir.
12.000 yıl önce buzul çağı sona ererken Anadolu ve Levant arası bir bölgede doğmuştur. 7 ve 8. Yüzyılda İslam’ın gelişmesiyle birlikte Kuzey Afrika’dan İspanya’ya kadar geniş bir coğrafyaya yayıldı. J1-P58 (J1c3) kısmen Semitik olarak tanımlanabilir. Arap Yarımadasının çoğu J1-L147.1 soyundandır. Bu aynı zamanda Kohen Model Haplotip (Cohen Modal Haplotype) olarak bilinir.
J2 – M172
Orta Doğu’da15-22 bin yıl önce doğan J2 Anadolu, Kafkasya, İran ve Arap Yarımadasında yoğun olarak bulunmaktadır. Hatti, Hurri, Minoa ve Fenikeliler, J2’nin çoğunluğu oluşturduğu bu coğrafyada kurulan bazı devletlerdir. J2 filogenetik şeceresi şöyledir:
J2 en çok Kuzey Kafkasya’da, İnguş (%88) ve Çeçen (%56) halklarında bulunur. Nakh (Çeçen-İnguş) dili Dağıstan halklarından Avar, Lezgin ve Dargince ile akrabadır.
J2 ayrıca Azeri (%30), Gürcü (%27), Kumuk (%25), Ermenilerde (%22) görülür. En yüksek oran Kafkasya’da bulunmakla beraber bu milletlerde J2 çeşitliliği azdır, neredeyse tamamı J2a4b (M67) alt grubundandır. Bu nedenle J2’nin Kafkasya doğumlu olup olmadığı tartışmalıdır.
J2a4b – M67
Kafkasya dışında en çok görüldüğü bölgeler ise şunlardır:
Kıbrıs %37
Girit %34
Kuzey Irak %28
Lübnan %26
Türkiye %24 (Daha çok Marmara ve İç Anadolu bölgesinde)
Yunanistan %24
İtalya %23
Arnavutluk %20
Yahudiler %20-25
J2a’nın İtalya’da yüksek oranda bulunmasının nedeni Batı Anadolu’dan gelen Etrüskler ve daha sonra Roma İmparatorluğu dönemindeki Yunan göçleridir. Ayrıca İber yarımadasına (İspanya & Portekiz) Fenikeliler, Romalılar ve Yahudiler tarafından taşındı. Fenike ve Kartacalıların bu göçlerde diğerlerine göre daha önemli rol oynadığı söylenebilir.
Hindistan’da ise J2a üst kastlarda daha çok görülürken aşağı kastlara inildikçe oran düşmektedir. Bu durum Ural-Volga bölgesinden yaklaşık 4000 yıl önce Orta Asya ve Kuzey Hindistan’a gelen Hint-Avrupalı R1a ile açıklanabilir. Atlı arabalara ve metal silahlara sahip olan bu insanlar daha sonra Hindistan’ın tamamını ele geçirerek yüzyıllar boyunca bölgeyi kontrol ettiler. J2a Neolitik çağda Orta Doğu’dan hareket ederek bugünkü Güney Özbekistan ve Tacikistan’ı oluşturan bu bölgeye (Bactria) hayvan yetiştiriciliğini taşıdı. Daha sonra R1a arasında asimile olarak üst kast sınıflarında yer aldı.
J2b
J2b, Neolitik ve Kalkolitik (bakır) çağı kültürlerinin Avrupa’ya taşınmasıyla yakından ilgilidir. Özellikle Arnavutluk, Kosova ve Kuzey Yunanistan’da bulunan J2b’nin alt grubu J2b2’dir. J2b* ve J2b1 Kafkasya ve Anadolu’da yaygındır.
J2b2 ve G2a3b1 büyük olasılıkla birlikte hareket etmiş, Pontik steplerine 4-5 bin yıl önce güneyden, Doğu Anadolu’dan Kafkas dağlarını aşarak girmişlerdir. İkinci ihtimal ise Balkanlardan doğuya giderek Ukrayna üzerinden gelmiş olabilirler. Bu göçler esnasında Kuzey Kafkasya’da yaşamakta olan R1a ve R1b ile karıştılar. Hint-Avrupalı nüfus içinde azınlık olan J2b2 ve G2a3b1 grupları 3500-4000 yıl önceki istilalar sırasında Güney Asya’ya yayılmışlardır.
T
30.000 yıl önce Asya’da oluşan bu grubun doğum yeri tam olarak bilinmemektedir. Avrupa’da az görülen T’ye daha çok Doğu Afrika’da Aden körfezi sahillerinde ve Doğu Hindistan’da rastlanmaktadır.
İtalya ve Yunanistan’da %7, Türkiye’de %3 oranında bulunmaktadır. T haplogrubunun daha çok Güney Kafkasya, Irak ve Güney İran’da görülmesi nedeniyle Sümerler ve Elamitlerle ilişkili olduğu düşünülmektedir.
Kıbrıs, Sicilya, Tunus’ta bu gruba fazla rastlanmasının sebebi Fenikelilerin Akdeniz’e yayılmaları olabilir. En yüksek oranlar Doğu Afrika’da (Tanzanya, Etiyopya, Kenya) ve Kamerun’un Fula halkında (%18) görülmektedir.
Avrupa’da çok az bulunan T, bir teoriye göre J1 ile birlikte Neolitik çağda, 6-7 bin yıl önce Balkanlara gelmiştir. Ayrıca Fenikeliler tarafından Akdeniz havzasına taşınmış olması da mümkündür. Bugün Fenikelilerin devamı olan Lübnan halkında %5 oranında bulunmaktadır.
ABD eski başkanlarından Thomas Jefferson bu haplogruptandır.
L
30.000 yıl önce K’dan ayrılan L-M20 daha çok Pakistan ve Hindistan’da bulunmakla beraber en yüksek oran Kalaşlarda (%23) görülür. Dış görünüş olarak Avrupalı beyaz ırka benzeyen Kalaş halkının yerel esmer tenlilerden tamamen farklı bir fenotipe sahip olması nedeniyle Kuzey Batı Pakistan’a nereden geldikleri uzun yıllar gizemini korudu. Tarihçiler bu insanların Makedonyalı İskender’in ordusuyla Hindistan’a gelen Balkan halkının torunları olduğunu düşündüler. Oysa yakın zaman önce yapılan DNA testleri Kalaşların Balkanlarla akraba olmadıklarını ortaya koydu.
L haplogrubu Türkiye ve İran’da %4-5 oranında görülür. Bunların ticaret için batıya giden Hintliler olduğu sanılıyor. Anadolu ve Hindistan arasında kurulan Selçuklular, Sasaniler ve Roma İmparatorluğu gibi devletler döneminde bu Hintlilerin batıyla ilişki kurmuş olmaları mümkündür.
Orta Asya, Güney Kafkasya, Anadolu ve Lübnan’da L1b, Belucistan (Gedrosia) ve Kalaş halkı ise L1c’dir. İlginç bir şekilde Çeçenler arasında L1c1 (Kalaş) alt grubuna rastlanmaktadır. L2 ise sadece Güney Kafkasya, Yunanistan, İtalya, Güney Rusya ve Almanya’da az miktarda bulunmaktadır.
S
S – M230 Güney Doğu Asya’da 35.000 yıl önce doğmuştur. En çok Papua Yeni Gine’de (%52), Endonezya ve Melanezya adalarında yaşamaktadır.
O
NOP’den 30-35 bin yıl önce ayrılan O-M175 Doğu Asya’da doğmuştur. Çin başta olmak üzere Uzak Doğu ülkelerinde yoğundur.
Alt gruplara göre dağılım ise şöyledir:
O3
O2
O1
P
P-M45 yaklaşık 35 bin yıl önce Orta Asya’da doğmuştur. Eğer yukarıda sözünü ettiğimiz C haplogrubu olmasaydı belki de Türklerin tek atası diyebilirdik. Ama en azından şunu söyleyebiliriz; P, on binlerce yıl sonra ortaya çıkacak olan, Rus, Türk, Amerikan yerlileri ve Batı Avrupa milletlerinin (İngiliz, Fransız, Bask, İrlanda, İskoç, Alman vs) çok büyük bir bölümünün büyük babasıdır.
Avrupa nüfusuna güneyden, Anadolu ve Balkanlar üzerinden gelen I ve J gibi bazı azınlık gruplar istisna edilirse, Batı Avrupalılar için belki de en önemli ata P-M45’in oğlu R1b’dir.
Bu genetik akrabalığı daha geriye götürürsek, biraz önce açıkladığımız K ve onun büyük babası F, bütün Avrupalı ve Orta Asyalı ulusların tek atası olur. (Göçlerle gelen Afrikalı A, B, E gibi haplogruplar hariç)
Paleolitik çağın derinliklerinde, 30-40 bin yıl öncesinde ortak bir ata bulmak pek önemli olmadığından, son 3-4 bin yılda oluşmaya başlayan uluslar açısından bu uzak akrabalık fazla bir değer taşımamaktadır. Biz burada salt bilimsel merakı gidermek amacıyla bu akrabalıkları inceliyoruz.
Q ve R gibi en çok yayılan iki haplogrubun babası olan P’nin bugünkü nüfusu çok azdır. Amerikan Chipeway yerlilerinde %63 oranında bulunmaktadır. P grubuna Avrupa’da çok az rastlanır. Bunların Hun ve Moğol seferleriyle Avrupa’ya gelen Türkler olduğu düşünülmektedir.
Soğuk iklimlerde yaşayan toplumların adaptasyon sonucu ten renginin beyazlaşması bilinen bir durumdur. Hunlar ve sonrası dönemi kapsayan Türklerin fenotipini bugün hala Kuzey Kazakistan ve Başkırdistan coğrafyasında yaşayan halklar gibi, açık kumral, sarışın ve hafif çekik gözlü olarak tanımlamak doğru olur. Ancak bu bütün Ural-Altay dillerini konuşan milletler için geçerli değildir.
Ön-Türklerin ana yurdu olan Ural-Altay dağları arasındaki bölgeyi incelerken doğudaki komşuların Mongoloid (çoğunlukla C3), batıdaki Slavların ise (çoğunlukla R1a) sarışın ve beyaz tenli olduğunu unutmamak gerekir. Dolaysıyla proto-Türklerin fenotipi doğuya yaklaştıkça çekik gözlü (Altay, Buryat gibi), batıya doğru ise Avrupalı açık tenlilere (Tatar, Başkırt gibi) benzemektedir.
Özellikle Kazakistan’da halk bu beyaz tenli yeşil-mavi gözlü olan Kuzey halkının genetik anlamda gerçek Kazaklar olduğunu bilmekte ve saf (karışmamış) Kazak olarak ifade etmektedirler. (Rusça: чистый Kазаx, çistiy Kazakh)
Sibirya’dan kuzey doğuya gidildiğinde ise Q haplogrubunun etkisiyle Amerikan yerlilerine benzer bir dış görünüş karşımıza çıkmaktadır. Türk boyları Orta ve Güney Asya’ya yayıldıklarında ise Hint-İran halklarıyla karışmışlardır. Bugünkü Türkmenistan’dan İran ve Anadolu’ya gelen Oğuz boyları bu yüzden ön-Türklere göre daha esmer bir tene sahip olmuşlardır.
Kıpçak boyu ile karışarak bir konfederasyon oluşturan Kumanların ten rengini ifade eden kuman sözcüğü ‘sarışın, solgun, benzi sararmış’ anlamına gelmektedir. (David Nicolle, McBride, Hungary and the fall of Eastern Europe 1000-1568, Osprey Publishing, 1988, s. 43)
13. yüzyılda Moğol istilasından sonra Kumanlar Avrupa’ya sığınmış, daha sonra bir bölümü Moldova ve Macaristan’da vaftiz edilerek Hıristiyanlaşmıştır. Orta Asya’da kalanların büyük bölümü ise Moğollarla melezleşerek daha esmer ve çekik gözlü hale dönüşmüştür.
R
26.000 yıl önce Güney veya Orta Asya’da doğan R-M207, P’nin oğludur. 2013 yılında Sibirya’nın Altay bölgesinde bulunan 24 bin yıllık Mal’ta çocuğunun Y-DNA haplogrubu R* olarak tespit edildi.
Bugün yeryüzünde belki de en çok yayılmış olan R alt gruplarının yaşadıkları coğrafya aşağıdaki haritada gösterilmiştir. Amerika kıtasındakilerin yerliler olmayıp Kolomb sonrası göç eden Avrupalılar olduğu unutulmamalıdır.
Haritada görüldüğü gibi R1a ve R1b, başta Avrupa ve Güney Asya olmak üzere oldukça geniş bir coğrafyaya dağılmıştır. Bu durum R1’in Türklerle ilişkisini açıklamamızı biraz zorlaştırıyor. Diğer Orta Asyalı haplogruplardan P, N ve Q açısından sorun yok. Hem sayıca daha az olmaları, hem konuştukları dil, hem de uzun süredir aynı coğrafyada yaşamaları nedeniyle bunlar için ön-Türklerin ana yurdu olan Sibirya’nın ilk yerlileridir diyebiliyoruz.
Başka bir Orta Asya grubu C3’ün en çok Moğollarda görüldüğünü daha önce belirtmiştik. "O" haplogrubu ise Çin ve Uzak Doğu’ya ait olmakla beraber Orta Asya Türk halklarında da az miktarda bulunur. Bu nedenle Türklerle ilgili araştırmamızda O ve C3 üzerinde durmayacağız.
2-3 bin yıl önceki Orta Asya’yı düşünürsek, kuzeyde Sibirya’dan güneyde Hindu Kuş dağlarına, batıda Hazar Denizinden doğuda Tarım Havzasına kadar uzanan geniş coğrafyada R1a, R1b, P, Q, N, C3 ve O haplogruplarının yaşadığını görüyoruz. İşte bütün bu genetik grupların oluşturduğu toplumlar Orta Asyalı ilk Türk devletlerini kurdular.
30 bin yıl önce P’den ayrılan R büyük olasılıkla Güney Asya’da doğdu.
R1a
R1a daha çok Doğu Avrupa’da, özellikle Slav’larda %50’den fazla bulunmaktadır. 19.000-26.000 yıl önce R1’den ayrılan bu grubun nerede doğduğu tam olarak bilinmiyor.
Balkanlar’da görülen R1a çeşitliliğinin nedeni 5.000 yıldır Avrasya steplerinden gelen göçler olabilir. İlk çıkış yeri hakkındaki bir diğer teori Pakistan ve Kuzey Batı Hindistan’dır. Bu bölgedeki çeşitlilik ise nüfus fazlalığından kaynaklanmaktadır. Unutulmamalıdır ki, Pakistan ve diğer Hint halklarının toplam nüfusu Çin’den fazladır. Dolaysıyla R1a’nın ilk doğum yeri için en uygun alternatif, Güney Sibirya veya Orta Asya’dır.
R1a, Doğu Avrupa ve Asya’da Hint-Avrupa dili konuşanlar arasındaki en yaygın haplogruptur. Türklerle ilişkisini analiz ederken sadece oranlara bakmak yanıltıcı olabilir. Tatar, Başkırt, Altay, Özbek, Kırgız gibi halkların toplamındaki R1a nüfusu 10-12 milyon civarındayken Slav halklarında (Rus, Ukrayna vs.) 100 milyondan fazladır. Yani her on R1a insanından sadece biri Ural-Altay, geriye kalan dokuzu ise Hint-Avrupa dillerini konuşmaktadır.
R1a’nın %99’u R1a1a1 (M-417) alt grubundandır. Onun da alt grupları şöyledir:
R1a – Z284 İskandinav (Norveç merkezli), Viking
R1a – M458 Balto-Slav, Polonya, Litvanya, Çek, Slovenya
R1a – Z280 Doğu Avrupa, Rusya, Polonya, Belarus, Ukrayna
R1a – Z283 Alman, Hollanda
R1a – Z93 Güney ve Orta Asya, Aşkenazi, Pers, Mitanni, Tatar
Doğu Avrupa’da gelişen Sintaşta-Petrovka kültürü R1a – Z93 ile ilişkili olup, Bronz çağında Orta Asya’dan (maden yönünden zengin olan) Altay Dağlarına kadar geniş bir coğrafyaya yayıldı. 4000 yıl önce atlı arabaların Sintaşta kültüründe kullanıldığı biliniyor. Madeni silahlara sahip olan bu insanlar atlı araba üstünlüğü ile kısa zamanda Hindukuş Dağlarına kadar tüm Orta Asya’da hakimiyet kurdular ve 3700 yıl önce daha da güneye ilerleyerek Belucistan ve Hindistan’ı kontrol altına aldılar.
3500 yıl önce İran üzerinden ilerleyen bir kol Mitanni devletini kurdu. Daha sonra, M.Ö. 8. yüzyılda Andronova kültüründen güneye ilerleyenler İran’a yerleşerek Med ve Pers devletlerinde varlıklarını devam ettirdiler. Orta Asya’da kalanlar İskitler olarak bilinirken, Uralların batısı ve Kuzey Kafkasya’dakiler ise Sarmatyan olarak adlandırıldılar.
Yamna kültüründe oluştuğu düşünülen proto-Hint-Avrupa dili daha sonra Hint-İran, Baltık ve Slav kollarına ayrıldı. Oldukça geniş bir coğrafyaya yayılmış olmasının nedeni 5500 - 6000 yıl önce atların bu kültürün insanları tarafından evcilleştirilmesi ve madeni silahların yapılmış olmasıdır.
Güney step kültürü daha çok R1b (M269 ve M73) tarafından yayılırken, kuzey orman kültürü ise R1a ile ilk olarak Almanya’ya (Corded Ware kültürü) taşındı.
Kurgan Hipotezi
Bugün, Batı Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’nde dış görünüşüne göre insanlar tanımlanırken şöyle ifade edilir:
- Kafkas (Caucasian): Beyaz tenli, sarışın ve kumrallar
- Esmer (Hispanic): Güney Amerika, İspanya, İtalya ve diğer Akdeniz havzasında görülen siyah saçlılar
- Asyalı (Asian): Uzak Doğulu, çekik gözlüler
- Afrikalı (African): Siyahi, Afrika asıllılar
Beyaz Kafkasyalı (White Caucasian) olarak adlandırılan grup, bizim bildiğimiz anlamda Çerkez, Gürcü, Çeçen gibi Kafkas halklarıyla sınırlandırılmaz. Rusya, Amerika veya başka bir yerde doğan bütün beyazlar Kafkasyalı olarak tanımlanır. Bunun sebebi Alman bilim adamı Johann F. Blumenbach’ın 18. Yüzyılda ortaya atmış olduğu teoridir. Blumenbach’a göre Avrupalı beyazlar Kafkasya’dan çıkmıştır.
Avrupa’ya yerleşen ilk insanlar olan Cro-Magnon’ların da bu beyaz Kafkasyalılar olduğu teorisinden dolayı zaman içinde bütün beyazlara Kafkasyalı denmiştir. İşte bu anlamda beyazların büyük bölümünü oluşturan Y-DNA haplogrupları R1a ve R1b’dir.
Maria Gumbitas’ın 1950 yılında ortaya koyduğu Kurgan hipotezine göre, Proto-Hint-Avrupa dilini konuşan halklar Kuzey Kafkasya (Pontik Stepleri) üzerinden Avrupa, Orta Asya, Anadolu, İran ve Hindistan’a yayıldılar. Kurgan kelimesi Türkçede mezar, ölülerin gömüldüğü tümsek anlamına gelmektedir. Bugün, Rusya Federasyonu içinde Kazakistan ile sınır olan Kurgan isimli bir şehir vardır.
Litvanyalı arkeolog Maria Gimbutas, dil ve arkeolojiyi birlikte kullanarak Neolitik ve Bronz çağlarındaki göçlerle Hint-Avrupa dillerinin nasıl yayıldığını incelemiştir. Bugün genetik araştırmalar da kurgan modelini desteklemektedir. Kuzey Kafkasya’dan yayılan R1b daha çok Batı Avrupa’ya giderken R1a’nın da Doğu Avrupa’ya yerleştiğ, bir kısmının da Hindistan’a kadar uzandığı görülmektedir. Hint-Avrupa dilleri İran’dan İspanya’ya kadar geniş bir coğrafyaya yayılmıştır. Konuştuğu dil her ne olursa olsun, özellikle R1a Orta Asya’da on bin yıldan fazla bir süredir devam eden varlığı nedeniyle Türklerin soyağacında önemli bir yer tutmaktadır.
Bugün, büyük bir kısmı Hint-Avrupa dillerini konuşan R1a ve R1b'nin orijinal dili Hint-Avrupa mı, yoksa Ural-Altay mı tartışma konusudur. Ural-Altay teorisini destekleyen herhangi bir veri yoktur. Ancak, aksi yönde kanıt mevcuttur: Tokaryanlar!
Günümüzden 4000 yıl öncesine ait Tokaryan mumyalarının bulunduğu Tarım havzasında Hint-Avrupa dilinin konuşulmuş olması Kurgan hipoteziyle açıklanabilir. 1934 yılında İsveçli bir arkeolog tarafından Çin’in Uygur bölgesinde bulunan 200 mumya Hint-Avrupalı dış görünüş nedeniyle uzun yıllar tartışma konusu oldu. 2010 yılında yapılan DNA testleri sonucu 7 erkek mumya R1a olarak tespit edildi (Li et al. 20120). mtDNA sonuçları ise, beşi C4, ikisi R* olduğu belirlenen bu insanların bölgeye sonradan gelen Avrupalılar olduğu teorisi böylece çürütüldü.
Bu keşif politik sonuçlar da doğurdu. Çin hükümeti bu mumyalara dayanarak Şincan (Doğu Türkistan) bölgesinin Çin’e ait olmadığı görüşüne meydan vermemek için konu üzerinde hassasiyetle duruyor. Diğer Taraftan Uygurlar kendilerini Tokaryanların torunları, Şincan’ın doğal varisleri olarak görüyorlar. Tokaryanların bölgeye nasıl geldikleri hala tartışma konusudur.
Bir teoriye göre 5700 yıl önce Don-Volga bölgesinden çıkan atlı Repin kültürünün insanları Altay dağlarında Afanesyova kültürünü (5600-4400 yıl önce) oluşturduktan sonra güneye, Tarım havzasına yöneldiler. Diğer bir teoriye göre ise 4000 yıl önce Sintaşta-Petrovka kültüründen (Ural Dağlarının doğusundan) Orta Asya’ya yayılan proto-Hint-İran halkıdır. Tokaryan dilinin Hint-Avrupa grubundan olması ve mtDNA C4’ün Mongoloid orijini nedeniyle bu ikinci teori daha güçlü görünmektedir.
Özbek, Türkmen, Uygur, Tatar gibi Türk boylarında R1b ve R1a’nın toplamı, nüfusun neredeyse yarısını (%40-50) oluştururlar. R1a ve R1b’nin binlerce yıldır Orta Asya’da da yaşıyor olması, Tarım havzasında bulunan sarışın Avrupalı kadın ve erkek mumyaların da orijinini açıklamamızı sağlıyor. Uygur Türkleri ve Tokaryanlar arasındaki ilişkiyi salt genetik yöntemlerle çözmek mümkün olmadığından dil unsurunu da dikkate almamız gerekiyor.
Bugün yeryüzünde konuşulmakta olan diller altı ana grupta toplanmaktadır. Bunların dışında herhangi bir gruba ait olmayan diller de vardır. Şemada gördüğünüz gibi toplumların konuştukları diller de tıpkı genetik haplogruplar gibi akrabalık derecelerini ortaya koymaktadır.
Filoloji (dil bilim) şeceresinde birbirine yakın olan milletler genetik akraba kabul edilse de, bu kural her zaman geçerli değildir. Tokaryanlar ve dilleri tarih içinde kayboldu. Ancak Tokaryanların ait olduğu genetik grup R1a varlığını Orta Asya milletleri içinde hala sürdürmektedir. Bir farkla ki, 3-4 bin yıl önce konuştukları dil Avrupalılar ile akrabayken, bugün Türk lehçelerini konuşmaktadırlar.
Haplogrupların dil ile ilişkisini belirmenin zor tarafı zaman uyumsuzluğudur. Örneğin R1a 20 bin yıl önce doğmuş olmasına rağmen Hint-Avrupa dil grubunun Yamna Kültürü ile (Kurgan hipotezi çerçevesinde) 6-7 bin yıl önce Ukrayna ve Kuzey Kafkasya civarında oluştuğu öngörülmektedir.
Hint-Avrupa dilleri henüz yokken, binlerce yıl önce Orta Asya’da yaşayan R1a insanları acaba hangi dili konuşuyordu?! Dil-Gen ilişkisini birlikte incelediğimizde görüyoruz ki, herhangi bir genetik grup Türk veya Rus diye tanımlanamaz.
Bu durumda ulus kavramını yneniden ele alınması gerekiyor. Yüzyıllar boyu insanlar aynı dili konuştukları, aynı kültürü paylaştıkları halklarla genetik anlamda da akraba olduklarına inandılar. Bugün bu inanç temelden sarsılmıştır. Diller ve milletler oluşmadan on binlerce yıl önce genler karışmış, az veya çok her ulus içinde pek çok haplogrup bir arada yaşamıştır.
Bugün yeryüzündeki hemen her ulusun genetik durumu aşağıdaki gibidir:
Genetik anlamda en karışık olan milletlerin başında Türkiye, Yunanistan, Gürcistan, İran, Türkmenistan gibi ülkeler gelmektedir. Bu ülkelerde baskın bir genetik grup bulunmamaktadır. Hepsi birer mozaik gibidir. Böyle olmasının nedeni de gayet basittir. Anadolu, Balkanlar, Kafkasya, İran ve Hazar çevresi tarih boyunca hep toplumların geçiş güzergahı olmuştur. Bu bölgeye dünyanın trafik kavşağı demek yanlış olmaz.
Doğuya seferler düzenleyen Makedonyalı İskender, daha sonra Romalılar, batıya akın eden Hunlar ve Persler hep bu bölgeden geçmişlerdir. Sadece savaşlar değil, ticari anlamda da bu coğrafya kavşak noktası oldu. Tarih boyunca batı ile doğu arasında köprü görevi gören Anadolu’da böyle bir gen mozaiğinin oluşması doğaldır.
Doğu Avrupa (Pontik Stepleri) veya Kuzey Kafkasya’dan çıkan R1 grupları Batı Avrupa’dan Doğu Türkistan’a kadar geniş bir coğrafyaya dağıldı. Meiners ve Blumenbach’ın Kafkasyalı olarak adlandırdıkları bu beyaz halk konuştukları Proto-Hint-Avrupa dilini Hazar’dan Tarım havzasına kadar bütün bölgeye yaydılar. Ancak, bugün itibariyle aynı coğrafyada Türk lehçeleri konuşulmaktadır.
Bunun nedeni 4. ve 11. yüzyıllarda İran-Hint dillerinin yerini Türkçenin almış olmasıdır. Tacikistan, Özbekistan ve kısmen Türkmenistan’da İran dili (Farsça) hakim olsa da, İran’ın içinde bile nüfusun neredeyse yarısı Türkçe konuşmaktadır.
Nitekim Kaşgarlı Mahmud Orta Asya’da yaşayan İran-Avrupa dil grubunu konuşan Soğd (İng: Sogdian, Tacikçe: Суғд) halkından “zaman içinde Türkleşmiş bir millet” diye bahseder. İşte bu Soğd halkının Tokaryanlar gibi R1 gruplarından olması kuvvetle muhtemeldir. Soğdlar, M.S. 6. yüzyılda Sasaniler ve Türkler arasında kaldı ve İstemi Kağan tarafından Türk devletine katıldı. (Kaynak: Sogdiana, Matteo Compareti, 2001). Kaşgarlı Mahmud’un belirttiği gibi, Hint-Avrupa dili konuşan bu halk zaman içinde asimile oldu. Bu bilgi, günümüzde Orta Asya devletlerinde, özellikle Özbekistan, Türkmenistan ve Kırgızistan’da Türk lehçelerini konuşan R1a ve R1b’nin orijinini anlamamız açısından önemlidir.
Bugün Türkiye’de yaşayan halkın Orta Asya ile genetik akrabalığı %10 gibi düşük bir oranda olmasına rağmen hakim dilin Türkçe olması üzerinde durulması gereken bir konudur. Aslında bu sorunun cevabı Türk tarihinde gizlidir. Bilinen ilk Türk devletlerinden Hunlar Avrupa’ya akınlar düzenlediğinde karşılarına çıkan ön-Germenleri yenmiş, daha sonra da ordularına katmıştır. Roma kaynaklarına göre sayıca az olan Hunlar elit yönetici kadroları oluşturmakta, savaşçı birlikler ise Goth’lardan meydana gelmekteydi.
Bu uygulama Osmanlıdaki devşirme sistemini hatırlatıyor. Osmanlı idarecileri de ele geçirilen ülkelerdeki halkın çocuklarını eğitir ve ileride en üst rütbelere kadar yükselme olanağı sağlayarak orduya katardı.
R1 Fenotipi
Dış görünüşler ile y-kromozomuna göre belirlenen haplogruplar arasında doğrudan bir ilişki kurulamaz. X ve Y kromozomuları cinsiyeti belirlemede rol oynar. Saç ve deri rengi gibi dış özellikler ise otozomal DNA tarafından belirlenir.
Ancak yaşadığı coğrafyaya bağlı olarak haplogruba göre tahminler yürütülebilir. Örneğin, Avrupa nüfusunun önemli bir bölümünü oluşturan R1a ve R1b genelde açık tenli, kumral, kızıl veya sarışın insanlardır. Ama Orta Asya’da çekik gözlü, Afrika’da ise siyahi olarak karşımıza çıkmaları mümkündür. Bu yüzden salt haplogruba bakarak yorum yapılamaz, yaşadığı coğrafya ile birlikte değerlendirmek gerekir.
Batı Avrupa nüfusunun %70’i R1b olmasına rağmen oldukça farklı dış görünüşlere sahiptir. Bunun nedeni, atlı arabalarla ve süvari birlikleriyle düşmanlarına üstünlük sağlayan savaşçıların kendilerinden çok daha kalabalık toplumları yenerek bölge halkına üstünlük kurmalarıdır. Çok eşliliğin yaşandığı eski çağlarda galip gelen taraf savaş esiri cariyeler de edindiği için, bir erkeğin nesli pek çok kadından devam etmiştir. Bu sebeple, R1b grubundan olmalarına rağmen, anne tarafına ait genlerden dolayı farklı dış görünüşler oluşmuştur.
Bilinen en eski R1a adamı Rusya’da Don nehrinin yakınında bulunmuştur. mtDNA U2 haplogrubundandır. Sadece iki U2 alt grubu Avrupa’da görülür; U2d ve U2e. Diğer U2 alt grupları Güney Asya’da, R1a ve R1b’nin yoğun olduğu Pakistan ve Kuzey Hindistan’da (%20) yaşamaktadır.
R2’nin bulunduğu bölgelerde de U2 görülmesi sebebiyle, R haplogrubu ile U2’nin aynı coğrafyada yaşadığı sonucunu çıkarabiliriz. Altaylarda bulunan 24.000 yıllık Mal’ta çocuğunun da Y-DNA R* mtDNA U çıkması bu tezi güçlendiriyor.
Avrupa’da bulunan bir diğer mtDNA haplogrubu C’nin alt grupları C1, C4a ve C5 aynı zamanda Altay ve Batı Sibirya’da da görülür. mtDNA C4a2 ve C5, Y-DNA R1a ve R1b’nin yoğun olduğu Tacik, Özbek ve Türkmen nüfusunda önemli yer tutar.
R1b
R1b Batı Avrupa’da en yüksek orana sahip olan haplogruptur. R1b’nin doğum yeri Orta Asya mı, Anadolu mu, Kafkasya mı tam olarak tespit edilmiş değil. Bulunan en eski formlar Kafkasya ve yakın doğudadır. Büyük olasılıkla Orta Doğu’nun kuzeyinde doğmuş, neolitik çağda Kuzey Anadolu ve Kafkasya’ya hareket etmiştir. İrlanda ve Bask bölgesinin %80’den fazlasını R1b oluşturur.
Ayrıca Başkortistan (Başkırya) ve Ural bölgesinde %50, Türkmenistan’da %35 gibi önemli oranlarda bulunur. Zaman içinde Doğu Avrupa’da kalan R1b iyice azalmış olsa da Orta Asyalı Türk halklarında hala önemli bir yer tutmaktadır. R1b, Kuzey Batı Çin Uygurlarında %20, Nepal Newa halkında %11, Afgan Hazara halkında %35 oranında bulunmaktadır. En eski R1b formları Hindistan ve Avrupa’da görülmektedir.
Daha önce dil bilimcilerin Proto-Hint-Avrupa dilinin ana yurdu olarak Pontik Steplerini gösterdiklerini belirtmiştik. Kuzey Kafkasya’da 6000 yıl önce atları evcilleştiren bu insanlar, batıda Tuna Nehrinden doğuda Ural Dağlarına kadar uzanan geniş steplere yayıldılar. Ölüleri tümsek şeklinde gömdükleri için Kurgan kültürü adı verilen bu topluluklar göçebe bir hayat tarzına sahiptiler. Arkeologlar kurgan kültürünün ilk defa M.Ö. 4000 yıl önce Kafkasya’da ortaya çıktığında hem fikirdirler.
R1b’nin Kafkasya’da uzun zaman yaşamış olması Maykop kültürü ile ilişkisini düşündürmektedir. Yamna ve Maykop kültürlerinin her ikisi de kurgan mezarlarını yapmışlardır. Tekerleği ilk defa bu bronz çağı kültürünün kullandığı bilinmektedir. İlk metal aletler ve silahlar Kuzey Kafkasya’da yapıldı. Dünyanın en eski kılıcı Maykop kültürüne ait bir kurganda bulunmuştur.
Hem at arabalarının icadı, hem de kılıç gibi silahların yapılması Kafkas halklarına büyük bir avantaj sağladı. Karşılarına çıkan toplulukları kolayca yenerek Batı Avrupa ve Anadolu’ya yayıldılar. Bu toplumlar daha çok R1b ve G2a gruplarından olup kuzeyde R1a ile de karışmışlardır. Volga-Ural bölgesinde icat edilen at arabalarının Hititler tarafından da kullanıldığı bilinmektedir. R1b ve G2a grupları Kafkasya’dan güneye, Doğu Anadolu’ya girerek kültürlerini Orta Doğu ve Balkanlara taşıdılar.
Tarihçiler ve arkeologlar Hint-Avrupa göçlerinin bir işgal mi yoksa barışçıl bir yayılma mı olduğunu uzun zaman tartıştılar. Yayılma teorisini ileri sürenler, R1b’yi Batı Avrupa’nın yerlileri, R1a’yı ise Hint-Avrupalılar olarak tanımladılar. Ancak R haplogrubunun Güney Asya’da doğmuş olması bu tezi geçersiz kıldı. Artık R1b ve R1a’nın göç rotalarını daha iyi biliyoruz.
En eski üç R1b alt grubu şunlardır:
R1b1a – Kafkasya
R1b1b – Anadolu
R1b1c – Levant
10.000 yıl önce R1b’nin J2 ile birlikte Mezopotomya’da hayvancılığı başlatan topluluk olduğu söylenebilir. Arkeolojik bulgulara göre sığır yetiştiriciliği ilk defa Güney Doğu Andolu’da, Çayönü Tepesi’nde başladı. Bu bölge R1b’nin de ana yurdudur. İlk sığır yetiştiricileri üç gruba ayrıldılar. Bir bölümü Anadolu’da kaldı. Bugün R1b1b ise sadece Anadolu’da görülür.
İkinci grup R1b1c güneye, Levant’a gitti. Bunların bir kolu daha da güneye hareket ederek Mısır ve Afrika içlerine kadar ilerlediler. Üçüncü grup R1b1a ise Kafkas Dağlarını aşarak Orta Asya’ya kadar yayılmıştır. R1b1a2 alt grubu Kafkasya’da kalırken, R1b1a1 Orta Asya’ya ilerledi. Aslında R1b1a1’in Orta Asya’ya kuzeyden Kazakistan üzerinden mi, yoksa güneyden İran üzerinden mi geldiği tam olarak bilinmemektedir.
Kesin olarak bilinmeyen bir diğer konu ise R1b’nin ne zaman Doğu Anadolu’dan Kuzey Kafkasya’ya geçtiğidir. İlk defa 6500-7000 yıl önce R1a ve I2a1b ile Donetsk-Dnyepr Pontik Steplerine yaşamış olmaları mümkündür, ama bu yönde bir veriye sahip değiliz.
Atların ilk defa evcilleştirildiği toplumlarda R1b’nin olup olmadığı kesin değilse de, 5500 yıl önce oluşan Repin ve daha sonra Yamna kültüründe R1a ile birlikte yaşadığını biliyoruz. İşte tam bu dönemde proto-Hint Avrupa dilinin oluşmaya başlaması nedeniyle Yamna kültürü Avrupalılar açısından büyük öneme sahiptir.
Repin kültüründe R1a ile karışan R1b’nin bir bölümü atlı gruplar halinde Orta Asya’ya yayılarak Afanesyova kültürünün oluşmasına katkıda bulunmuştur. Don-Volga arasında kalan R1b ise önce Poltavka (M.Ö. 2700 – 2100) kültürünü başlatmış, daha sonra R1a’nın çoğunlukta olduğu Sintaşta-Petrovka (M.Ö. 2100 – 1700) kültürüyle Hindistan’a kadar uzanan Indo-Aryan istilasını gerçekleştirmiştir.
Aslında Maykop Kültürünün insanlık tarihi açısından çok daha büyük önem taşıdığını söyleyebiliriz. 6000 yıl önce ilk defa bronz çağını başlatan bu kültürün nereden geldiği hala gizemini korumaktadır. Adeta birden bire ortaya çıkmış gibidir. Madeni silahlar ve at arabalarına sahip olan bu ilk topluluklar yepyeni bir çağ açmış, kuzeyde Yamna kültürünün oluşmasıyla kısa sürede hem Orta Asya hem de Balkanlara yayılarak ilk devletleri kurmuşlardır. Koyun ve sığır yetiştiriciliği yapan bu insanlar tekerlekli araçlarla göçebe bir hayat tarzı geliştirmişlerdi.
Yamna ve Maykop kültürünün kaybolmasının hemen ardından Anadolu’da Hitit uygarlığının gelişmesi, R1b ve G2a insanlarının sahip oldukları madeni silah avantajıyla bölgeyi hakimiyet altına aldıklarını göstermektedir. Onların boşluğunu ise Ural’lardan Kuzey Kafkasya’ya ilerleyen R1a’nın doldurarak Srubna kültürünü başlatmış olduğunu görüyoruz.
Batı Avrupa nüfusunun büyük bölümünü oluşturması nedeniyle eskiden R1b’nin Avrupa’nın yerlisi olduğu düşünülürdü. Oysa bugün artık bu teorinin doğru olmadığını biliyoruz. Çünkü Anadolu ve Kafkasya’da R1b çeşitliği daha fazladır. Orta Doğu ve Asya’daki R1b formları Avrupa’ya göre çok daha eski olup, R2 sadece Orta ve Güney Asya’da bulunmaktadır. Avrupa nüfusunun büyük bölümünü oluşturan R1b-P312 sadece 5000 yıllık bir maziye sahiptir. Bu durumda R1b’nin Batı Avrupa’ya çok daha sonra göç etmiş olması gerekir.
Avrupa’nın en eski yerlileri olan Cro-Magnon insanları "I" haplogrubundandır. Daha sonra Avrupa’ya gelen J, G2a, T ve E1b gibi çiftçiler nedeniyle I1 daha çok kuzeye çekildi. Avrupa’nın bu yerli halkları doğudan gelen atlı ve bronz silahlı savaşçılar karşısında direnemedi. Kısa zamanda Batı Avrupa’yı istila eden R1b grupları Britanya adaları ve İspanya’ya kadar yayıldı ve nüfusun çoğunluğunu oluşturdu. R1a ise daha çok orijinal yurdu olan Doğu Avrupa’da kaldı, bir bölümü ise yukarıda açıkladığımız gibi Orta ve Güney Asya’yı ele geçirdi.
Bugün Kuzey Hindistan’da Y-DNA R1a oranı %40’a kadar çıkarken Avrupalı mtDNA oranı ise %10 civarında bulunmaktadır. Oysa Batı Avrupa’ya yayılan R1b oranı %60-70 gibi yüksek oranlardadır. 4000 yıl önce Avrupa nüfusu Hindistan’a göre hem daha azdı, hem de madeni araçlara sahip değillerdi.
Pontik steplerinden Avrupa’ya göçler birkaç dalga halinde olmakla beraber, en önemli akın yaklaşık 4500 yıl önce, Maykop kültürünün sona ermesi ile başladı. Bunun sebebi kuzeyden baskı yapan R1a insanları olabilir.
Mısır ve Mezopotamya’yı hakimiyet altına alan Hititlerin orijini hakkında iki teori vardır. Birinci görüş Balkanlar üzerinden boğazları geçerek gelmiş oldukları yönündedir. İkinci ihtimal ise Maykop kültüründen, Kafkas Dağlarını aşarak Anadolu’ya girmişlerdir.
Hititlerin dili Hint-Avrupa grubundandır. Truva halkının da Luvi (Luwian) dili konuşuyor olması sebebiyle Maykop kültürüne ait olma ihtimali vardır. M.Ö. 3000’de, yani tam Maykop kültürünün hakim olduğu dönemde R1b-M269 ve L23 Anadolu’ya gelerek Troy kentini kurmuş olabilirler. Batı Avrupa nüfusunun çoğunluğunu oluşturan R1b-P312, Yunanistan, Türkiye ve Ermenistan’da ise R1b-L23’tür.
Frigya ve proto-Ermeni halklarının da Anadolu’ya girişi aynı döneme rastlar. Bugünkü Ermeni nüfusunun %30’unu oluşturan R1b büyük ölçüde L23’tür. Yunanistan’da ise L23 çoğunlukta olmakla beraber diğer Avrupalı R1b alt grupları da bulunur. Ayrıca M.Ö. 3. yüzyılda Balkanlar üzerinden gelen Kelt’lerin kurduğu Galatia devletinden dolayı bir miktar R1b-S28 İç Anadolu’ya taşınmıştır.
Büyük olasılıkla yine bir Kuzey Kafkasya halkı olan Hatti’leri asimile eden Hititler M.Ö. 1200’e kadar Anadolu’da hakimiyetlerini sürdürdüler. Bugün hala tarihçiler için bir muamma olan “büyük çöküş” ile Hitit uygarlığı sona erdi. Mısır kaynaklarında ‘denizden gelenler’ diye bahsedilen bir topluluk tarafından bütün şehirler yıkıldı. Bazı kaynaklara göre Yunanistan’dan doğuya yayılan Miken devleti tarafından Anadolu işgal edilmiştir. Ancak Mikenlerin de sadece 100 yıl sonra (M.Ö. 1100) Dor’lar tarafından yıkıldığını biliyoruz.
Demir silahlara sahip olan Dor savaşçıları, ana yurtları Rodos’tan Anadolu ve Balkanlara yayıldılar. Bütün medeniyetin yok edildiği 400 yıllık karanlık çağ başladı. Mısır kaynaklarının sözünü ettiği denizden gelen savaşçıların Dorlar olma ihtimali yüksektir. M.Ö. 1200’de Truva’nın işgalinin de yine aynı döneme denk geldiğini dikkate alırsak, Mikenler veya Dorlar tarafından yıkılmış olduğunu söyleyebiliriz. İşte bugün hala Yunanistan’da Dor kalıntılarının bulunduğu bölgelerde, en çok R1b-L23’e rastlanmaktadır.
R1b Kuzey Kafkasya’dan beraberinde, G2a3b1, J2b2, R1a-L664 ve T1a gibi grupları da taşımıştır. Kafkasya’da yoğun olarak bulunan mtDNA H2a1, K1a4, K1c1, I1, I2, I4 ve W haplogrupları da R1b ile birlikte yine Maykop kültüründen Avrupa ve Anadolu’ya yayılmıştır.
N
N-M231, 15-20 bin yıl önce NOP haplogrubundan ayrıldı. Ön-Türklerin kurduğu devletlerde Q, N, C3 ve Orta Asya’da yaşayan R1a, R1b grupları karışık halde bulunuyorlardı. Ancak bunların içinde N ve birazdan inceleyecğimiz Q’yu diğerlerinden farklı kılan, bugün bile sadece bu iki haplogrubun çoğunlukta olduğu bütün toplumlarda hala Ural-Altay dillerinin konuşuluyor olmasıdır. Türkiye nüfusundaki oran %4’tür.
N1c1 kolu 12.000 yıl önce Sibirya’da doğup Kuzey Doğu Avrupa ve İskandinavya’ya gitmiştir. Çoğunluğukla Finlandiya (%58), Litvanya (%42), Latvia (%38) ve Estonya (%34) gibi Baltık ülkelerinde, Yakutistan ve diğer Kuzey Sibirya halklarında bulunur. Bir bölümü de Bering Boğazını geçerek Amerika Kıtasına yayılmıştır. N haplogrubuna Avrupa ve Uzak Doğu’da az miktarda rastlanır.
Q ve N’nin en yüksek oranlarda görüldüğü Sibirya ön-Türklerin ilk yerleşim alanı olması yönüyle önemlidir. Dolaysıyla bu iki grubu göz ardı ederek Türklere ilişkin haplogrup analizi yapmak gerçekçi olmaz. Proto-Türklerin M.Ö. 600-700 yıllarında güneye inerek Moğolistan ve Orta Asya steplerine girdiklerini daha önce belirtmiştik. Ural-Altay bölgesinde R1a ve C3 ile karışan, daha sonra Güney Asya orijinli R1b ile çeşitlenen genetik yapı içinde hangisinin ilk Türk dilini konuştuğunu belirlemek zordur.
Aşağıdaki haritada Kuzey Avrasya’da bölgelere göre en çok bulunan haplogruplar ve N alt grupları gösterilmiştir. Türkiye’de J (yeşil) olması yanıltmasın, nüfusun tamamı değil, sadece dominant olan haplogruptur.
Q
Büyük babası P’den 20 bin yıl önce ayrılan Q-M242 Orta Asya doğumludur. Kısa süre sonra Q1a ve Q1b olmak üzere iki kola ayrılmıştır. Q1a (veya Q-M3, eski kod Q3) çoğunlukla Kuzey Sibirya ve Bering Boğazına doğru hareket etmiştir. Q1b ise Orta Asya’da kalmış daha sonra batıya ve güneye gitmiştir. Bir kısım Q1a ise Hun, Moğol ve Türk akınlarıyla Avrupa’ya yayılmıştır. Moğolistan’da demir çağından kalan bazı Hun sit alanlarında Q1a bulunmuştur.
Amerikan yerlilerinin %90’ı Q-M3 alt grubundandır. Son buzul çağının sona erdiği 12.000 yıl öncesine kadar birkaç göçle Bering Boğazından Amerika kıtasına geçen bu insanların Rusya Federasyonu içinde yaşamakta olan Altay halkı ile genetik akraba olduğu yakın zaman önce tespit edildi. Dr. Theodore Schurr 1500 DNA örneği inceleyerek yaptığı araştırmada, bugün Rusya Federasyonu içinde bulunan Altay bölgesinde yaşayanlar ve Amerikan yerlilerinde ortak bir mutasyon tespit etti. Bu da iki halkın aynı soydan olduğu anlamına geliyor. Y-kromozomu sonuçları mtDNA ile de desteklenince Amerikan yerlileri ve proto-Türklerin yurdu olan Altay arasındaki akrabalık kesinleşmiş oldu.
(Amerika kıtasına sonradan göç eden Avrupalılar dahil edilmemiştir)
Q az miktarda Avrupa’da bulunur. Türkiye’deki oranı %2’dir. Hırvatistan’da %6 oranında görülür. Bunların kavimler göçü ile Avrupa’ya Hunlarla birlikte geldiği düşünülmektedir. Batı Avrupa’ya gelen Hunlar, sayıları az olsa da Avrupa’da varlıklarını hala devam ettirmektedirler. Hunların ilk önce Macaristan’a yerleştikleri biliniyor. Onların baskısıyla batıya gitmek zorunda kalan Germenlerin ataları, Goth, Ostrogot, Vizigot ve Vandallar Roma İmparatorluğu’nun çöküşüne sebep olmuşlardır.
Roma kaynakları, Hunların küçük ve elit gruplar halinde Germenlerden oluşan orduları yönettiğini belirtmektedirler. Müttefikleri Goth’larla birlikte İskandinavya’ya kadar giden Hunlar, Macaristan’dan sonra en çok Norveç ve İsveç’e yerleşmişlerdir. Güney İsveç’te %5, Aşkenazi Yahudilerinde %5 Q bulunmaktadır. Musevileşen Hazar İmparatorluğundan Yahudilere Q karışmış olması mümkündür.
Q’nun Batı Avrupa’ya nasıl gelmiş olabileceğine dair ikinci senaryo, Ural dillerini konuşan N haplogrubu ile birlikte Sibirya’dan hareket etmiş olmaları yönündedir. Ancak bu olasılık zayıftır, çünkü Ural haplogrubu olan N1c1 ve Q’ye Finlandiya’da çok az rastlanır.
Bir üçüncü alternatif, Avrupa’ya13. Yüzyılda Cengiz Han’ın orduları içinde gelmiş olabilecekleri ihtimalidir. Moğol orduları C3, G, O, Q, N, ve R1a gruplarından oluşuyordu. Ayrıca Moğol istilasından kaçan Kuman ve Kıpçakların da batıya göç ettiklerini biliyoruz, ancak Orta Avrupa ve İskandinavya’ya kadar ulaşmaları zor göründüğünden en kuvvetli teori birinci alternatif, yani 5. yüzyılda gerçekleşen kavimler göçü ve Hun akınlarıdır.
Alt gruplar;
Q1a - Koryak, Moğol
Q1a2 - Kazakistan, Rusya, Ermenistan, Macaristan (Hun orijinli)
Q1b - Rusya (Tatar), Orta Asya, Afganistan, Pakistan, Aşkenazi (%5), Seferad (%2)
Türkiye’deki ise Q1a2a1c (L330) olup, aynı zamanda Özbekistan ve Kazakistan’da bulunmaktadır.